Ankara’dan Frankfurt’a "sessiz" bir pandemi uçuşu
19 Haziran 2020“Pandemiden önce’’ diye başlayan özlem dolu cümlelerimizin başrollerinden biri de seyahat özgürlüğümüz kuşkusuz. Çoğumuz, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen “karantina döneminde’’ planlı seyahatlerini zorunlu olarak ertelemek durumunda kaldı. Bazılarımız için ise durum biraz daha farklıydı. Geçici ziyaretlerimiz bir anda uzun misafirliklere dönüşürken; geri dönemediğimiz rutinimiz ise erişilmesi zor bir hedef gibi göründü aylarca gözümüze.
Geçen Mart ayında uzun bir süredir ikamet ettiğim Almanya’dan Ankara’ya ailemi ziyarete gittiğimde, koronavirüs Asya’nın en uzak köşesinden “buralara” erişmesi mümkün görünmeyen, dolayısıyla bizde tehdit algısı dahi yaratmayan bir durumdu. Ancak gelişimden yalnızca birkaç hafta sonra virüs aşamaz denilen mesafeleri hızla katederek bize uzak bir olgu olmaktan çıktı. Dönüşüme kısa bir süre kala Dünya Sağlık Örgütü’nün “pandemi’’ ilanı ve Türkiye’de ilk vakaların tespit edilmesi gibi ani, ama aynı zamanda “geliyorum’’ diyen gelişmeler birbirini izledi. Ve nihayet seyahat yasağı geldi. Aslında pandeminin ilk dönemlerinde bir takım tahliye uçuşları düzenlenmiş olsa da, bana göre çok fazla soru işareti barındırdığından uçuş riskini göze almak istemedim. Daha sonraki süreçte ise sürekli ertelemeler geldi.
Neredeyse bomboş bir havaalanı
Ankara’da “mahsur” kaldığım üç ay içinde uçuşum üç kez ertelendi. Bu yüzden de pek ihtimal vermediğim uçuşumun bu kez gerçekleşeceğine havaalanına gelene kadar inanamadım. Rutin dışı kontroller için normalde önerilen süreden çok daha önce havaalanında hazır bulunmamız istenmişti; ben de bu nedenle uçuşumdan üç saat önce Esenboğa Havalimanı’ndaydım.
Havaalanına girişte sağlık sorunu olan ve desteğe ihtiyaç duyan yolcular dışında refakatçi kabul edilmediği belirtildi. İç ve dış hat yolcularının girişleri birlikte ve tek bir kapıdan geçekleştirildi. Girişte AVM’lerdekine benzer temassız ateş ölçümü hariç bütün kontroller pandemi dışı olağanlığındaydı. İçeri girdiğimde ise neredeyse bomboş bir havaalanı karşıladı beni. Yolcu trafiği açısından Türkiye’nin dördüncü büyük havaalanı olan Esenboğa’yı bu sakinlikte görmek oldukça şaşırttı beni.
Girer girmez salgına karşı alınacak önlemlere ilişkin uyarılar ve hemen her köşeye yerleştirilmiş temassız el dezenfektanları gözüme çarptı. Check-in’de ve sonrasında pasaport kontrolünde ise alışılmışın dışında bir uygulama yoktu. Zemindeki uyarı ve işaretlerle de hatırlatılan 1,5 metrelik fiziki mesafenin ise bu yolcu kıtlığında “kendiliğindenci bir başarıya’’ ulaştığı görülüyordu. Bekleme salonlarında da her iki koltuktan birinde sosyal mesafe amacıyla “Bu koltuğu boş bırakın, mesafeyi koruyun’’ uyarıları okunuyordu.
Hâlâ çok az sefer var
Pandemi öncesi dönemde uçuştan önce vakit geçirmek için çoğumuzun şöyle bir bakındığı Duty Free’de de içindeki birkaç çalışandan başka kimse göze çarpmazken, yiyecek içecek satan bütün büfelerle, cafe ve restoranlar da hüzünlü bir sessizliğe bürünmüştü.
“Dış Hatlar Gidiş’’ tabelasına bir göz attığımda bu sessizliğin nedeni daha da iyi anlaşıldı: Benim bineceğim Frankfurt seferinin dışında gün içinde planlanan yalnızca Bağdat uçuşu vardı. Geceyarısından sonra ise Kabil, Doha, Düsseldorf ve Münih uçuşları görülüyordu.
Havalimanlarının alışılmış keşmekeşinin olmayışına, normalde dakika başı duyulan anonsların eksikliği de eklenince adeta terk edilmiş kocaman bir binada olduğunuz hissine kapılıyorsunuz. Ben de bomboş bekleme salonlarından birine oturup gelecek tek anonsu beklemeye koyuldum. O sırada yanımdan geçen beyaz özel koruma kıyafetli bir görevli, tüm bu sakinliğin nedenini bir kez daha hatırlattı adeta.
Uçuş saati geldiğinde yolcular kontrollü biçimde koltuk numaralarına göre önce sıraya, sonra uçağa alındı. Normalde mantığına aykırı olarak sıklıkla yığılmaların yaşandığı bu sistem, az yolcu sayısının etkisinden olsa gerek oldukça iyi işledi.
Hava filtresi hastane standartlarında
Uçağa binerken maske ve antiseptik mendilden oluşan bir “hijyen kiti” dağıtıldı. Uçakta ilk dikkat ettiğim ise daha önce belki de hiç üzerine düşünmediğimiz, korona zamanı ise başlıca endişe kaynağımıza dönüşen havalandırma sistemiydi. Bütün havayolları, yolcuların bu konudaki endişelerini gidermek için, kabin içi hava temizliğini sağlayan hastane standartlarındaki Yüksek Verimli Partikül Hava Filtresi’ne (HEPA) ilişkin bilgilendirme notları yayınladı. Bu sistem sayesinde her üç dakikada bir kabin içi havanın tazelenerek, hava yoluyla taşınan virüs, bakteri, polen, toz gibi zararlı partikülleri yüzde 95’i aşan oranda filtrelendiği belirtiliyor. Böylece saatte 15 ila 30 kez uçakta soluduğunuz hava yenileniyor. Uzmanlar, maksimum hava kalitesi için havalandırmayı uçuş boyunca açık tutmanızı tavsiye ediyor.
Kabin ekibinden biri de “hijyen uzmanı’’
Pandemi dönemi değişikliklerinden bir diğeri, hijyen tedbirleri nedeniyle koltuk arkalarında bulunan yayın ve dergilerin kaldırılmış olmasıydı. Kalkıştan kısa süre sonra bir kese kağıdı içinde gelen ikramlar ise alışıldık uçak içi ikramlardan oldukça farklıydı. Dağıtılan ikram paketinin içinde bir meyve suyu, bir şişe su, bir sandviç ve bisküvi bulunuyor. Uçağın en arka iki sırasında boş bırakılan koltukları sorduğum kabin görevlisi, bu koltukların kabin içinde “şüpheli bir vaka’’ tespit edilmesi olasılığına karşılık önlem amaçlı boş bırakıldığını söyledi. Kabin ekibinden bir kişinin de “hijyen uzmanı’’ olarak uçakta bulunduğunu da anlatarak, bu kişinin ‘’lavaboların düzenli olarak dezenfekte edilmesi başta olmak üzere, kabin içi tüm hijyen önlemlerinden’’ sorumlu olduğunu aktardı.
Uçak, Frankfurt Havalimanı’na indiğinde uçaktan yapılan anonsların yönlendirmesiyle yine koltuk numarasına göre gruplar halinde uçaktan ayrıldık. Baş üstü dolaplarında ağır yükler bulunmaması da koridorlarda alışıldık tıkanma görüntülerinin yaşanmamasında etkili oldu.
Bu “sessiz” uçuşu tamamlayıp, Avrupa’nın yolcu trafiği açısından en büyük dördüncü havalimanına girdiğimizde ise “pandemi öncesi dönemi’’ aratmayan bir yoğunluk karşıladı bizi…
Sinem Özdemir
© Deutsche Welle Türkçe