Ankara-Washington hattında çözüm umudu var mı?
3 Haziran 2018Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile Washington’da gerçekleştireceği görüşme, Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği açısından kritik önem taşıyor. Ziyaretten beklentileri DW Türkçe’ye değerlendiren Türkiye uzmanı Dr. Simon Waldman, aşılması zor derin görüş ayrılıkları nedeniyle Washington buluşmasında ancak bazı anlaşmazlık konularına, geçici çözümler getirilebileceğini söyledi.
“Müttefiklik ilişkileri yıkılıyor” diyen Dr. Waldman, Türkiye ile ABD’nin artık stratejik çıkarlarının örtüşmediğini, tehdit algılamalarında büyük farklılıklar olduğuna dikkat çekti, “ilişkilerde geçmişte olduğu yakınlıkta bir güvenlik ortaklığı sağlanamayacak” dedi.
Akademik çalışmalarını Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi'nde (IPM) sürdüren Dr. Simon Waldman’a yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
DW Türkçe: Washington buluşmasında, Türkiye’nin terör örgütü PKK’nın uzantısı olarak gördüğü YPG’nin, Membiç’ten çıkartılarak Fırat’ın doğusuna çekilmesi konusunda, bir yol haritası üzerinde mutabakat sağlanabilir mi?
Simon Waldman: Türkiye’nin umut edebileceği en olası mutabakat, Menbiç’in geleceğine ilişkin bir tür mekanizmanın oluşturulabilmesi. Bu mekanizma, büyük olasılıkla, PKK ya da YPG’nin görünürlüğü olmaksızın, bir şekilde Suriye Demokratik Güçleri’nin varlığının devamını öngörecektir. Bu ABD’nin kabul edebileceği, Türkiye’nin de bir zafer olarak sunmak isteyeceği, iki taraf açısından da kabul edilebilir tek senaryo olarak görünüyor. Ama taraflar arasında derin güven bunalımını dikkate aldığınızda, bu tür bir mutabakatı dillendirmenin kolay, hayata geçirmenin ise zor olduğu ortada.
IŞİD’e karşı savaşarak Suriye’nin kuzeyinde nüfuz alanını genişleten YPG, Türkiye ile ABD arasında böyle bir mutabakatı nasıl karşılar?
Pentagon ve ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, IŞİD’in zayıflatıldığı ancak dikkat edilmediği takdirde yeniden canlanıp güç kazanabileceği kanaatini taşıyor. SDG ve YPG işte bu tehdit karşısında kilit öneme sahip müttefikler olarak görülüyor ve onlar ‘Hayır biz Türkiye ile ABD arasında varılan mutabakattan memnun değiliz’ derlerse bu ABD’yi zora sokabilir ve bu ihtimalin Washington'da göz önünde bulundurulduğu kanaatindeyim.
Meselenin düğümlendiği nokta şu: Türkiye, ABD’nin müttefik olarak gördüğü YPG’yi terör örgütü PKK’nın uzantısı olarak görüyor, güçlenen varlığını, Suriye’nin kuzeyinde olası bir Kürt devleti oluşumunu ulusal tehdit olarak değerlendiriyor…
Evet, Türkiye olası bir Kürt devletini stratejik bir tehdit olarak görüyor ama bu bir tercih. Bu soru şayet beş yıl önce, Türk devleti ile PKK arasında, barış süreci yönünde ilerleyen görüşmeler yapılırken sorulsaydı belki yanıtı farklı olacaktı. Meseleye farklı bir perspektiften bakalım. Bir Kürt devleti oluştu diyelim önceliği Türkiye’yi hedef almak olmaz. Bir devletin sunması gereken, güvenlik, sağlık, eğitim, altyapı gibi hizmetler sunması gerekecek. Bunu Kuzey Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde gördük, onlar Türkiye ile işbirliği yaparak PKK ile mücadele etti. Suriye’de de aynı şeyin yaşanmayacağını düşünmemek için sebep yok. Evet Suriye’de bir Kürt devletinin Türkiye’nin güvenlik çıkarlarına zarar verebileceği bir bakış açısıdır ancak başka bir bakış açısı daha var ve mesele büyük oranda bu iki farklı yaklaşım arasında yapılan tercih ile ilgili.
Türkiye’de yakında tekrar çözüm sürecine dönülebileceği iddiaları gündeme geldi. Her ne kadar yalanlansa da, kulislerde konuşulmaya devam ediliyor. Siz böyle bir ihtimali nasıl görüyorsunuz?
Daha bir kaç yıl önce bir çözüm süreci vardı şu anda ise Türkiye ile PKK ve Suriye uzantısı en büyük düşmanlar. Türkiye’de her şey o kadar hızlı değişiyor ki bu hızlı değişim Türkiye ile güvenlik konularında çalışmayı güçleştiriyor. Avrupalılar ve ABD Türkiye’nin nerede durduğunu bilmek ister, güvenlik politikalarındaki ani kaymalar ise güvenlik alanında diyalogu ciddi anlamda zora sokuyor.
Türkiye ile ABD arasında çok gergin bir dönem yaşanıyor, karşılıklı suçlamalar yapılıyor....Gelinen aşamada, iki ülke arasında bir müttefiklik ilişkisinden söz etmek mümkün mü size göre?
Bana göre müttefiklik ilişkisi parçalanıyor. Bu ilişki, coğrafi olarak çok önemli bir konumda bulunan, güçlü bir ordusu olan Türkiye’nin, ABD ile ortak düşman tanımlamasına, bir güvenlik mantığına dayanıyordu. Türkiye’nin NATO’ya katıldığı, ortak düşmanın komünizm ve Sovyetler Birliği olarak çok net bir şekilde tanımlandığı, Türkiye’nin kendini Batı ittifakı ile özleştirdiği dönem artık çok geride kaldı. ABD ve Avrupa’nın tehdit algılamalarına baktığınızda ilk sırada IŞİD ve İslamcı terörizm yer alıyor, ikinci sırada da Rusya. Türkiye’ye baktığınızda ise IŞİD ve Rusya’nın yer almadığını, PKK ve Gülen hareketinin yer aldığını, öncelikli güvenlik konularının, dış bağlantıları da olan ama özünde iç sorunlara dayanan konular olduğunu görüyorsunuz. İşte bu ‘ABD-Türkiye güvenlik ilişkisinin doğası ne peki?’ sorusunu gündeme getiriyor… Türkiye- ABD arasında anlaşmazlıkları geçici olarak gidermek için ne kadar çok sayıda bakan ziyareti gerçekleşirse gerçekleşsin, ilişkilerde geçmişte olduğu yakınlıkta bir güvenlik ortaklığı sağlanamayacak. Gerçek şu ki Türkiye ile ABD’nin artık stratejik çıkarlarının örtüşmüyor, öncelikli tehdit algılamaları artık farklı.
ABD yönetimi Türkiye’nin Rusya’dan S400 hava savunma sistemini alması durumunda yaptırımlarla karşı karşıya kalabileceğini, NATO’da ortak savunma sisteminden dışlanabileceğini söylüyor. Rahip Brunson’un İzmir’de tutukluluğunun devamı nedeniyle, Türkiye'nin üretimine katıldığı F-35 savaş uçaklarının teslim edilmemesi gündemde. Türkiye’de siyasetçiler buna karşı İncirlik’i kapatabileceklerini, Rusya’dan savaş uçağı alabileceklerini söylüyor. Bu karşılıklı restleşmeler nereye varır?
ABD, Türkiye’nin stratejik bakış açısını değiştirebileceği düşüncesiyle hareket ediyor. Oysa bir ülkenin, süper güç de olsa, orta ölçekli bir güç olan Türkiye gibi bir ülkenin hayati olarak gördüğü güvenlik politikalarını değiştirmeyi sağlaması çok güç, ben bir örneğini hatırlayamıyorum. Türkiye ulusal güvenlik çıkarı gereği bölgesel müttefiklerini çeşitlendirmeyi öncelik olarak görüyor. Sınırdaş olduğu Suriye’nin geleceği tartışmalarında masada bir yer garanti edebilmek için Rusya ile daha güçlü ilişkileri gerekli görüyor. Bu ilişki ABD açısından ciddi sorun olarak görülse de Türkiye açısından bakıldığında, Suriye kaynaklı tehdit algılaması bağlamında, bir anlam taşıyor elbette. ABD’nin ise Türkiye’nin istediklerini yaparak beklentilerini karşılaması, Ankara’nın fikrini değiştirmesini sağlaması çok zor, özellikle siyasi gerekçelerle rahip Brunson’un tutuklu tutulduğu, ABD konsolosluk çalışanlarının gözaltına alındığı bir süreçte. İki taraf arasında bir güven zemini oluşturmak mümkün görünmüyor.
Ancak Türkiye’de bazı siyasetçiler ve uzmanlar, bu dönemde ABD’nin önceliğinin İran olduğunu, İran’ın nüfuz alanını daraltmak için de ABD’nin Türkiye’ye ihtiyaç duyduğunu düşünüyor...
ABD’nin İran konusunda Türkiye’ye güvenmediğini düşünüyorum… Türkiye’nin İran’a yaptırımları ihlal etmesi, ki Halkbank davasındaki kilit tanık Zarrab’a göre bu Türkiye Cumhurbaşkanı’nın emri ile gerçekleşti, işte bu ikili ilişkilere en büyük zararı veren konuların başında yer alıyor.
Halkbank’a ceza verilmesi gündemde öte yandan ABD’nin İran’a yeniden yaptırımlar uygulamaya başlaması Türkiye’nin İran ile ticaretini etkileyecek… Ankara ile Washington arasındaki gerilim halihazırda zorlu bir süreçten geçen Türkiye ekonomisini daha da olumsuz etkiler mi?
Evet etkiler. ABD’nin istediğinde devreye sokabileceği, Türkiye üzerinde ekonomi, savunma işbirliği gibi alanlarında baskı kurabilecek, canını acıtabilecek, çok sayıda mekanizma bulunuyor. Şunu görmemiz gerekiyor diye düşünüyorum: ABD pek çok alanda Türkiye için, Rusya’nın olduğundan çok daha güvenilebilir bir ortak. ABD’nin sunabileceği güvenlik garantileri, Türkiye’nin Suriye’den hedef olabileceği tehditler bağlamında çok daha büyük önem taşıyor. Türkiye’de bazı kesimlerdeki ‘Rusya Ortadoğu’da istikrarı sağlayan güç’ algısı yanlış. Rusya bizzat istikrarsızlığın kaynağı. Türkiye geçmişte, bir yandan enerji ihtiyaçlarını Rusya’dan temin ederken, diğer yandan Batı ile güçlü bağlarını da korumayı başarmıştı. Bunun Türkiye için en iyi seçenek olmayı sürdürdüğünü düşünüyorum.
Söyleşi: Değer Akal
© Deutsche Welle Türkçe