Analiz: Sonumuz ne olacak?
22 Mart 2021Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) rezervlerinin eritilmesine rağmen kurlardaki yükselişin durdurulamaması ve dolar kurunun 8 lirayı geçmesinin ardından, Kasım ayının başında Merkez Bankası Başkanı görevinden alındı ve Naci Ağbal yeni Başkan olarak atandı. Hazine ve Maliye Bakanının da değişmesi ile birlikte ekonomi politikalarında önemli değişikliğe gidileceği mesajları yüksek sesle verilmeye başlandı.
Bu değişikliklerin ilk etkisini politika faizinde yükseliş olarak gördük. Yüzde 10,25 olan TCBM Haftalık repo faiz oranı önce yüzde 15'e ardından yüzde 17'ye yükseltildi. Faiz artırımlarına paralel olarak "reform söylemi de" sıkça dillendirildi.
Faizlerdeki bu artışlar birlikte yabancı fonların Türkiye'ye yöneleceği ve yerli tasarruf sahiplerinin dövizlerini bozduracağı beklentisi oluştu. Kurlar bir ara 6,90 seviyesine kadar geriledi, yabancı aracı kurumlar da doların 6,20 seviyelerine kadar düşeceğine dair raporlar yayınladılar.
Fakat bu iki beklenti de gerçekleşmedi. Yurtiçi yerleşiklerin döviz tevdiat hesapları, azalması beklenirken artmaya devam etti. Yabancı fon girişi de oldukça sınırlı kaldı. Tahvil bono piyasasına giriş toplam 3,7 milyar dolar ile sınırlı kalırken, yılbaşından sonra hızla yavaşladı ve 12 Mart haftasında çıkışa döndü. Borsadan ise yılbaşından geçen haftaya kadar 900 milyon doların üzerinde çıkış yaşandı.
Açıklanan "reform paketlerinin" de beklentileri karşılamaması üzerine gözler geçen hafta yapılan Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısına çevrilmişti.
PPK, enflasyon görünümündeki bozulma ve uluslararası piyasalarda yaşanan gelişmeleri de gerekçe göstererek politika faizini "önden yüklemeli" olarak 200 baz puan daha artırarak yüzde 19 seviyesine yükseltti. Beklentilerin bir miktar üstünde olan bu artış özellikle yabancı fon yöneticileri tarafından memnuniyetle karşılandı ve TCMB'nin "Ortodoks para politikası" uygulamak yönünde kararlı olduğunun bir göstergesi olarak yorumlandı. ABD doları 7,20 seviyelerine kadar geriledi.
Ancak ne olduysa Cumartesi sabahı oldu ve Resmi Gazete'de yayımlanan bir kararla Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal'ın görevden alındığı duyuruldu. Hiç kimsenin beklemediği ve şok etkisi yaratan bu karar, iktidarın ekonomi politikaları konusunda politika değişikliğine gideceğinin işareti olarak görüldü ve bu sabah beklentilere paralele olarak döviz, faiz ve borsada büyük çalkantılar yaşanmasına yol açtı.
Kurlar uçtu
ABD doları karşısında, TL işlemlerin seyrek yapıldığı Asya piyasaları açıldığında, TL'nin yüzde 15'in üzerinde değer kaybettiği görüldü. Türkiye'de de işlemlerin başlamasıyla birlikte TL'nin kaybı yüzde 10 seviyesine ulaştı. 8 lira seviyesinde Kamu bankalarından geldiği tahmin edilen satışlar da kurların ateşini söndürmeye yetmedi.
Merkez Bankasında yaşanan görevden almalar bir kez daha gösterdi ki, Türkiye öngörülebilirliği kalmamış bir ülkedir. Yarın ne ile karşılaşacağımız konusunda tahminde bulunmak neredeyse imkânsız. Ama rahatlıkla tahmin edebileceğimiz bir şey var ki, o da kurların bu seviyelerin altına gerilemesi ihtimalinin kalmadığıdır. Sınırlı da olsa gelen yabancı yatırımcılar zarar etti, "carry trade" yapanlar zarar etti. Türk Euro Bondların fiyatları hızla geriliyor, 10 yıllık faizler hızla yükseliyor. Yabancı yatırımcılar her enstrümanda kaybediyorlar.
Artık yabancıların Türkiye'ye "sıcak para" da olsa kaynak getirme ihtimali yoktur. Temerrüde düşme risk priminin (CDS) hızla artarak 500 puan seviyesine yaklaşması, yabancıların ülkede değişen ekonomik koşullara nasıl baktıklarının bir göstergesidir.
Merkez Bankasının net döviz rezervlerinin ekside olduğu, yurtdışından kaynak girişini bırakın mevcutların da çıkmaya başladığı, yerli tasarruf sahiplerinin TL'ye zaten olmayan güvenlerinin yeniden tesis edilmesinin mümkün olmadığı bu dönemde kurların yüksek seyretmesi kaçınılmaz olacaktır. Enflasyonun da yeniden yükselişe geçmesi ile birlikte döviz yerli yatırımcıların gözde tasarruf aracı olmaya devam edecektir.
Yeni Merkez Bankası yönetiminin güven tesis etmesi pek mümkün görünmüyor. Erdoğan'ın beklentilerini karşılayacak politikalar uygulaması kuvvetle muhtemel. Bunun ne anlama geldiğini de hepimiz biliyoruz.
Borsa düştü
Borsa İstanbul'da bu sabah işlemler iki defa "devre kesiciler" ile durduruldu. Yüzde 10 civarında değer kaybeden borsa endeksinin yeniden toparlanma ihtimali bulunmuyor. Hisse senedi piyasasında uzun süreden beri yabancıların çıktığını ve ağırlıklı olarak yerli yatırımcıların işlem yaptığını biliyoruz.
Kurların ve faizlerin yükselmesi borsa şirketlerinin bilançolarında var olan bozulmanın hızlanmasına yol açacaktır. Özellikle Banka hisselerinde bu dönemde büyük kayıplar yaşanması kuvvetle muhtemeldir çünkü artan faizler hızlı olarak mevduatlara yansırken kredi faizleri ile olan makas daralacak bu da karlılığı olumsuz etkileyecektir. Diğer şirketler için de kur ve faizin yükselmiş olması bilançolarını bozacaktır.
Borsa endeksinin aşırı derecede şişmiş olmasına ilişkin değerlendirmelerimizi çok sık paylaşmamıza rağmen, özellikle küçük tasarruf sahiplerinin "kolay para kazanma" beklentisi ile hareket etmesi şimdi büyük kayıplara maruz kalmalarına yol açacaktır.
Altın dolara paralel hareket ediyor
Yerli yatırımcıların altına olan ilgisini biliyoruz. 2018 yılından bugüne kadar tasarrufların altın olarak değerlendirilmesi hızlanmıştı. Hem altın ons fiyatının yükselmesi hem de doların TL karşısındaki değer artışı altın yatırımcılarını bir süre sevindirmişti. Uluslararası piyasalarda altın fiyatının gerilmesi ve kurların düşmesi altın almış olanları bir miktar hayal kırıklığına uğratmış olsa da bugün yaşanan gelişmeler altından vazgeçmelerini engelleyecektir. Altın, portföyünde bulunduranlar için, artık uzun vadeli bir yatırım aracına dönüşmüştür. Ancak şimdi altın almayı düşünenlerin azalacağını tahmin edebiliriz; çünkü altın fiyatlarında yurtdışı piyasalardaki gelişmelerin etkisi de var. Ons fiyatının düşme ihtimali var. Bu nedenle döviz, vatandaşlar açısından daha cazip bir yatırım aracı olarak görülebilir.
Sonuç olarak
Faizler yüksek diye şikâyet edenler şimdi hem yüksek faiz hem de yüksek kurların ortaya çıkmasına yol açtılar.
Ama hâlâ, bir umut ışığı arayanlar da var. Piyasalarda yapılan yorumlara bakınca bu hafta "kabinede yapılacak" değişikliklere çok sık atıfta bulunduklarını görüyoruz. Bir kez daha hatırlatmakta fayda var: Türkiye'nin yeni yönetim modeli "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde" kimin hangi koltukta oturduğunun bir önemi yoktur. Tüm kararlar bir kişi tarafından verilmekte ve tüm politikalar o kişinin izni ile uygulanabilmektedir. Bu düzen değişmedikçe, Türkiye'nin öngörülebilirliği olmayacak, ekonomik riskler de yüksek seyretmeye devam edecektir.
Görevden alınan ya da "görevden affedilenlerin" ayrılırken söylediklerini bir kez de burada biz tekrarlayalım: Allah sonumuzu hayretsin!
Yalçın Karatepe
© Deutsche Welle Türkçe