Enflasyonla mücadelede havlu atan iktidar, yetersiz döviz rezervi nedeniyle frenleyemediği kurları bilerek gevşek bıraktı. Ancak gevşetilen kurun ipi, artık elden kaçmış görünüyor. Beklenenden çok daha önce 9 TL’yi aşan dolar kurunun “Ne zaman 10 TL’yi aşacağı” konuşulmaya başladı. İktidarın ekonomide yaptığı yanlış tercihlerden birinin daha ters teptiğini söyleyebiliriz. Berat Albayrak’ın bakanlığı sırasında, "rekabetçi kur” söylemiyle kur gevşetilmişti. Yükselen hızlı yükselince de kamu bankaları kanalıyla müdahale edilmiş, biriktirilen döviz rezervi eritilmişti.
Sarayın planı neydi, sonucu ne oldu?
Büyüyen tepkiler nedeniyle "görevden af talebi kabul edilen” Albayrak'tan sonra göreve gelen Naci Ağbal’ın Merkez Bankası başkanlığından alınmasından sonra tekrar benzer bir tercih yapıldı. Buradaki kilit nokta, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın "aşırı büyüme” hırsı. Erdoğan bu nedenle hep faiz indirimi istedi. Bu ısrar nedeniyle, artması gereken bir dönemde faizlerin indirilmesine karar verildi. Döviz rezervleri de olmadığı için, faiz indirimi için bu kez "Kurların artması ihracatı artıracak, ithalatı pahalandıracak; böylece cari açık azalınca döviz ihtiyacı da azalacak” argümanı ortaya atıldı. Hatta “Böylece kurlardaki değer kaybının duracağı, enflasyonun ineceği” gibi uçuk fikirler bile ortaya çıktı.
Yabancı bankaların tahmini neydi?
Halbuki küresel emtia fiyatlarının arttığı, FED'in Kasım’da tahvil alımlarını azaltacağı, doların değer kazanacağı biliniyordu. Son günlerde bu hareket hızlandı ve tüm gelişmekte olan ülke paraları dolar karşısında değer kaybetti. Türkiye’nin gevşek kur tercihi böyle bir döneme denk gelince, TL’nin hızlı değer kaybedeceği de tahmin ediliyordu. Siyasi iktidar buna rağmen gevşek kur politikasını uygulamaya soktu ve ipin ucunu elinden kaçırdı.
Kurlar haftaya zaten 8.95 TL civarında yüksek bir seviyede başlamıştı, Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu TBMM konuşmasında “Artan kurların bizim faiz indirmemizle ilgisi yok” deyince dolar 9 TL’yi aştı. Halbuki bu seviyelere Ekim ayı sonunda gelineceği tahmin ediliyordu. Yabancı bankalar yılsonu dolar kuru tahminlerini 9.3 TL’ye yükseltmişlerdi. Şimdi ise dolar kurunun ne zaman 10 TL’yi aşacağını konuşuyoruz. Yıl sonuna gelindiğinde artık 10 TL’nin üzerinde bir dolar kuru göreceğimiz beklentisi yüksek.
Değer kaybında Türk Lirası neden rakipsiz?
Kavcıoğlu’nun "kurun faiz indirimleriyle ilgisi olmadığı” savı ise geçersiz bir bahaneden öteye gidemiyor. Yılbaşından bu yana zaten TL, tüm gelişmekte olan ülke para birimlerine göre olumsuz ayrıştı; en fazla değer kaybeden 2-3 para biriminden biriydi. Faiz indirim sözlerinin başladığı Eylül ayından bu yana ise iyice hızlandı; son günlerde açık ara, en hızlı değer kaybeden para birimi oldu. Bırakın TL’nin dolara-Euro'ya karşı değer kaybını, TL tüm para birimlerine karşı değer kaybeden bir para birimi oldu.
Türkiye'nin risk primini gösteren CDS'ler, faiz indirimi sözlerinin ortaya çıkmasından önce 380’lerdeydi, son günlerde 440’ın üzerinde. Bu da hem riskteki artış rekorunun, hem de Türkiye’nin faiz indirimi gibi yanlış para politikası uygulayarak olumsuz ayrıştığının bir kanıtı.
İhracatçılar bile şikayetçi, şimdi ne olacak?
Kurlardaki değer kaybının hızlanması amaçlanan ihracat artışı için de artık büyük bir tehdit. Yüksek kurdan en fazla kazanç sağlayan tekstil ihracatçılarının bile “Yüksek kur bize faydalı ama istikrarsız sürekli yükselen kurlarla artık hesap yapamaz hale geldik, bizi olumsuz etkiliyor” dediklerini şahit oluyoruz. İhracattaki artışın asıl nedeninin "Pandemi sonrası acil tedarik için Avrupa’nın Türkiye’yi tercih etmesi olduğu” unutuluyor. Hem imalat sanayi rakamları hem de sanayicilerin ihracat eğilimi için yaptıkları anketler, Avrupa’dan gelen talebin yumuşadığını, ihracatta artış bir süre daha devam etse de, bu yılki yüksek artış rakamlarını artık yaşanamayacağını gösteriyor.
Kurlardaki artış şimdiye kadar ihracatçılara yaramış olsa da gelinen aşamada artık ihracat için zorlayıcı bir hal aldı. Buna karşılık yüksek döviz borcu olan sektörler zor durumda. Bunların başında AVM inşaatçıları, döviz kredisi yoğun kullanan turizmciler başta geliyor. Bir süre sonra bankacılık kesimini batık krediler nedeniyle zora sokması söz konusu.
Kur artışları ilk olarak neye zam getirecek?
Bunun dışında küresel emtia fiyatlarındaki artış ithal girdi kullanan tüm sektörlerde fahiş fiyat artışlarına neden oluyor. Bunların başında yerli üretimle ithal gübre gibi temel girdilerin temin edilemediği tarım kesimi başta geliyor.
En büyük sorun ise zaten büyük artış içindeki dünya enerji fiyatlarına kurlardaki hızlı artış eklendiğinde yaşanan enerji fiyatları çıkmazı. İktidar akaryakıtta vergiden fedakarlık edip artan fiyatları tüketiciyi yansıtmamıştı ama Ekim'den başlayarak, vergi indirim imkanı kalmayınca, tüm akaryakıt ürünlerine zamlar gelmeye başladı. Doğalgazda sadece elektrik üreticileri ve sanayicilere bir miktar zam yapıldı, tüketicinin kullandığı doğalgaza zam yapılmadı. Doğalgazda biriken zam ihtiyacının yüzde 40’ı aştığı, BOTAŞ’ın artık karşılayamayacağı, bu nedenle zamların geleceği aşikar.
Zam yapılmasa da faturayı hepimiz ödeyeceğiz
Aynı zam furyası elektrik için de geçerli. Kuraklık nedeniyle ucuz kaynak olan hidroelektrik yerine ithal kömür ve doğalgazla elektrik üretimi artırıldı. Bu da zam ihtiyacını iyice büyütüyor.
Ayrıca yapılmayan zamların da önümüzdeki dönem Hazine’den, yani halkın vergilerinden karşılanacağını da unutmayalım.
Dar ve sabit gelirli kesim zaten yaşanan pandemi ve yüksek enflasyon nedeniyle zor durumda. Buna temel ihtiyaç olan akaryakıt, doğalgaz ve elektrik zamları eklenecek, bu zamlar “iğneden ipliğe” tüm mallarda fiyatları artıracak.
Kısacası; iktidarın yanlış kur politikası toplumun tüm kesimlerini vuracak, dar ve sabit gelirliyi daha da fakirleştirecek.
Erdal Sağlam
© Deutsche Welle Türkçe