Analiz: Gerçekler ile inatlaşılmaz
11 Ağustos 2020Türkiye’de ekonomi yönetimi bir süredir ekonomik aktiviteyi artırmak için bankalara kredi vermeleri yönünde baskı yapıyor(du). Zaten kötü gitmekte olan ekonomide bir de COVID-19 salgınının etkileri görülmeye başlayınca, kredi genişlemesinin ülkeyi düze çıkaracağı düşünüldü. Önce kamu bankaları yüklü miktarda bireysel krediler kullandırdılar. Ardında Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurumu’nun (BDDK) yürürlüğe koyduğu "Aktif Rasyosu" uygulaması ile tüm özel bankaların kredi genişlemesine gitmesi zorunlu kılındı. Bu uygulamalar sonucunda artan kredi hacmi, bir taraftan yurtiçi talebi artırırken diğer taraftan mevcut ekonomik sorunların daha fazla büyümesine yol açacağı beklentisi oluştu. Türkiye ekonomisinin risklerinin arttığı ve sorunların çözülmesinin zorlaştığı düşüncesi ile dövize de talep artmaya başladı. Hatta öyle örnekler biliyoruz ki kamu bankalarından düşük faiz oranları ile aldıkları krediler ile döviz alanlar bile oldu.
Bir taraftan parasal genişleme yaşanırken diğer taraftan da kurların düşük seviyelerde tutulması için gayret gösteriliyordu. Yaklaşık iki aydır Merkez Bankası ve kamu bankalarının döviz kaynakları kullanılarak, özellikle Amerikan doları baskılanıyordu. Uzun süre 6.85 seviyelerinde hareket eden dolar, bayramın hemen ardından hızla yükselerek 7.30 lira seviyelerine geldi. Kurların yükselmesi aslında beklenen bir şeydi. Uzun zamandan beri iktisatçıların yanlışlığını vurguladığı politikalar ile kurların sürekli olarak baskılanması zaten mümkün değildi. Ülkenin döviz rezervlerinin hızla azaldığı, TL faiz oranlarının reel olarak negatif seviyelere indirildiği, dış ticaret açığının hızla arttığı, yabancı yatırımcıların ülkeden çıkmaya devam ettikleri bir dönemde kurların düşük seviyelerde tutulması zaten mümkün değildi. Çünkü artarak devam eden döviz talebini karşılayacak döviz girişi sağlanamıyor. Bir taraftan ihracat geçen yıla göre %15 civarında düşerken, turizmden elde edilen yıllık ortalama 35 milyar dolarlık gelirin bu yıl olmayacağı gerçeği önümüzde dururken, yabancı yatırımcılar Türkiye’yi yatırım portföylerinden çıkararak ülkeye döviz getirmez iken, yukarıda sıraladığımız gerekçeler ile artan döviz talebinin kurların yükselmesine yol açmadan karşılanması mümkün değildi. Beklenen, olması gereken oldu ve kurlar yükseldi.
Faizler de baskılanıyordu
Dünya finansal sistemine entegre olmuş bir ekonomide hem dövizi hem de faizi aynı anda baskı altında tutamazsınız. Oysa ekonomi yönetimi bir taraftan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatları çerçevesinde faizleri hızla düşürürken, öte taraftan kurları belli bir seviyede tutmaya çalışıyordu. İmkansız ile mümkün olmayan arasına sıkışmış bir "ekonomi politikası" olumlu sonuç vermez. Merkez Bankası'nın %8,25 seviyelerine indirdiği politika faizi, enflasyonun %12'ler seviyesinde seyrettiği bir dönemde sürdürülebilir bir oran değildi. Bu politikanın yanlışlığını piyasanın tüm aktörleri biliyordu ve tüm göstergeler bunun sürdürülemez olduğunu gösteriyordu.
Gerçeklik galip geldi
Doların 7.30’un üzerine çıkması ile birlikte ekonomi yönetimi uyguladığı politikanın yanlışlığını kabul ettiğini gösteren adımlar atmaya başladı. Önce Merkez Bankası faiz oranlarını örtük olarak artırmaya başladı. Haftalık repo ihalesi açmayarak bankaların gecelik fonlama kanallarına yönelmesini zorlayarak uygulamış olduğu faiz oranlarını zımni olarak artırdı. Her ne kadar politika faizi %8,25 görünse de artık bu oranlardan paraya ulaşmak mümkün değildir. Ama bu bile yeterli değildir. Bu yazının yazıldığı saatlerde Türkiye 10 yıllık tahvil faizleri %13,58 seviyelerine yükselmişti. Piyasaların işaret ettiği ekonomik gerçeklik Merkez Bankası'nın önüne acı bir şekilde konuldu. Bu da bize gösteriyor ki "piyasayı yenemezsiniz" Çünkü gerçeklerin gün yüzüne çıkma gibi bir özelliği vardır. Uzun süre gizleyemezsiniz.
"BDDK'dan normalleşme adımı"
Yukarıdaki ara başlık bana ait değildir. BDDK’nın bankalara uyguladığı aktif rasyosu oranında değişikliğe gitmesi sonrası medyada yaygın olarak bu başlık kullanıldı. O zaman soralım: sahi normalleşen nedir?
Ekonomi mi normalleşiyor? Bu sorunun yanıt açık ve net bir şekilde "hayır"dır.
BDDK yapmış olduğu bir değişiklik ile ticari bankaların aktif rasyosunu %100’den %95’e indirdi. Diğer bir ifade ile bankalar üzerinde uyguladığı "kredi verin, hazine tahvili alın ve Merkez Bankası ile swap yapın" baskısını bir miktar azaltarak öncelikle kredi genişlemesini zorunlu kılan uygulamasını çok küçük bir miktar da olsa sınırlandırmaya başladı. Aslında bu %5’lik indirim olmasına rağmen "aktif rasyosu" uygulamasının devam ettirilmesi yanlış politikasının sürdürüldüğünün de bir göstergesidir. Diğer bir ifade ile yanlış uygulamadan küçük bir adım da olsa uzaklaşarak ekonomi politikasının "normalleştirileceği" mesajı verilmektedir. Ancak bu mesaj o kadar düşük bir tonda verilmektedir ki duyulması ve sonuç üretmesi mümkün görünmemektedir.
Neyi başardık?
Bankaları kredi vermeye zorlayarak, Merkez Bankası üzerinden parasal genişlemeye giderek hangi sonucu elde ettik sorusunun yanıtı "hata yaptık" olmalıdır. Bu hatanın sonucu olarak da Türkiye’nin gelişmekte olan ülkeler grubunda en kötü performans gösteren ülke olmasına yol açtık. Artan enflasyon, yükselen kurlar, çoğalan riskler sonuç olarak elimizde kalanlar oldu.
Bundan sonra ekonomi toparlar mı?
Toparlamaz! Çünkü ekonomi kuramlarında karşılığı olmayan, doğruluğuna ve sonuç vereceğine sadece politika uygulayıcıların inandığı ama piyasaların ve vatandaşın ciddiye almadığı politikalar ile düze çıkmamız mümkün değildir.
Yapılması gereken, yanlışta ısrar etmek değil, ekonomik gerçeklik ile uyumlu ve sorunları çözecek politikaları hayata geçirmektir. Ama maalesef mevcut yönetim anlayışı ile bu pek mümkün görünmüyor. Sürekli kararların değiştirildiği, resmi verilerin olgudan uzaklaşarak algıyı yönetmek üzere açıklandığı bir ekonomi politikasının inandırıcılığı yoktur ve ekonomik karar almayı imkânsız kılmaktadır. Geleceği öngöremediğiniz bir ekonomide de aktörler haklı olarak risk almaktan uzaklaşmaya çalışırlar ve bunun için en güvenilir buldukları enstrümanda pozisyon alırlar.
Bu nedenle kurların hareketinin devam edeceğini tahmin etmek zor değildir. Önümüzdeki süreçte Merkez Bankası'nın şimdi örtük olarak yaptığı faiz artırımlarını açık olarak politika faizini artırarak yaptığını, BDDK’nın bankalar üzerindeki baskısının azaldığını göreceğiz. Ama bütün bunlar olduğunda da başta dolar olmak üzere kurların daha yüksek bir seviyede "normalleştiğini" göreceğiz.
Sonuç olarak
Ekonomi bir bilimdir. Üstelik insan davranışlarına bağlı olarak sonuç üreten bir bilimdir. İnatlaşma ile ekonomi yönetilemez. Hatada ısrar etmenin maliyeti çok ağır olmaktadır. Oysa bu ağır bedelleri ödemeye hiç gerek yoktu. Ülkenin ekonomik gerçekliği ile uyumlu akılcı politikalar uygulamak mümkün olabilirdi. Ancak Türkiye'nin "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi" adı verilen ve tüm kararların bir kişi tarafından alındığı, kurumların bağımsızlığının ortadan kaldırıldığı, denge ve denetleme mekanizmalarının olmadığı, piyasalar üzerinde baskı yapmanın bir politika aracı olarak görüldüğü bir yönetim anlayışı ve modeli ile düzlüğe çıkması mümkün değildir. İşe öncelikle mevcut yönetim modelini sorgulayarak başlamak lazım.
Yalçın Karatepe
© Deutsche Welle Türkçe
Ekonomi Profesörü Yalçın Karatepe, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır.