Almanya’nın yeni lider adayları Türkiye’ye nasıl bakıyor?
16 Ocak 2021Almanya siyasetinin en güçlü partisi konumundaki Hristiyan Demokrat Birlik (CDU), cuma günü başlayan ve iki gün sürmesi öngörülen 33’üncü parti kongresinde, yeni liderini seçiyor.
Kongre, 16 yıldır Almanya başbakanlığını yürüten Angela Merkel’in bir daha başbakanlığa aday olmayacağını açıklaması nedeniyle, "siyasette değişimin yılı" olarak nitelendirilen 2021’in, en kritik dönüm noktalarından biri olarak değerlendiriliyor.
Almanya’da genel seçimler 26 Eylül’de yapılacak ve bu seçim aynı zamanda dünya siyasetine damgasını vuran Merkel devrinin sona ereceği tarih olacak. Bu nedenle genel seçimlere dokuz ay kala yapılacak CDU kongresi ve bu kongrede hangi liderin seçileceği, Alman iç siyasetindeki dengeleri ve dinamikleri etkileyecek nitelikte.
CDU, kardeş partisi Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) partisi ile birlikte, Almanya’nın en büyük siyasi ittifakı olmayı sürdürüyor. Son anketlere göre yüzde 36 civarında oya sahip olan CDU/CSU’nun, Eylül’de yapılacak genel seçimlerden de en büyük siyasi güç olarak çıkmasına kesin gözüyle bakılıyor.
CDU kongresinde seçilecek yeni genel başkan, parti içinde ağırlık kazanması durumunda, Merkel sonrası dönemde Almanya’yı şekillendirecek ve aynı zamanda Avrupa siyasetine de yön verecek en etkili isimlerden biri olacak.
Peki, partiye liderlik etmeye ve Alman siyasetine yön vermeye aday siyasetçiler kim? Türkiye ile ilişkiler hakkında ne düşünüyorlar?
Armin Laschet
Almanya’nın en yüksek nüfuslu eyaleti olan Kuzey Ren-Vestfalya'nın başbakanı Armin Laschet, Merkel’in partisini merkez sağda konumlandıran, diğer parti seçmenlerine de hitap eden ılımlı politikalarına yakınlığı ile tanınıyor.
2015 yılındaki mülteci krizi sonrasında Merkel'in izlediği "açık kapı" politikasına destek veren 59 yaşındaki Laschet, Türkiyeli göçmen nüfusunun yoğun olarak yaşadığı Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti’nin uyum bakanı olarak da görev yaptı. Göçmen kuruluşları ve temsilcileri ile yakın ilişki içerisinde olan Laschet, liberal görüşleri nedeniyle sağcı kesimlerin eleştiri oklarının hedefindeki bir siyasetçi.
Hatta Laschet, Alman basını ve kimi siyasetçiler tarafından "Türklerin Armin’i" olarak da adlandırılıyor. Yeşiller Partili Cem Özdemir, bir televizyon programında, sunucunun Laschet’ten söz ederken bu takma adı kullanması üzerine, "Ben bu tanımlamanızı reddediyorum" sözleriyle tepki göstermiş, sağcılar tarafından kötü amaçla takılan bu tür lakapların demokratlar tarafından kullanılmaması gerektiğini savunmuştu.
Armin Laschet, geçmiş yıllarda Türkiye iç siyasetinde yaşanan gerilim ve kutuplaşmanın, Almanya’daki Türk toplumuna yansımalarını frenlemeye çalışan, bu gerilimin Almanya topraklarına taşınmaması çağrısını yapan, hatta bunların iç güvenliği tehdit etme noktasına gelmesini önlemek için de aktif rol üstlenen siyasetçilerden.
Laschet, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türk Hükümeti ile Almanya arasında yaşanan ağır siyasi gerilim ve krizler sırasında "şantaj ve tehditlere boyun eğilmemesi" gerektiğini savunmakla birlikte, NATO üyesi ve AB’nin komşusu olduğuna vurgu yaptığı Türkiye’nin ülke olarak Almanya için önem taşıdığına dikkat çekerek, iki ülke arasındaki tüm görüş ayrılıklarına rağmen diyalogun muhafaza edilmesini, sorunların bu yolla çözümlenmesi gerektiğini savunmuştu.
Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşı olan ama daha önceki federal hükümetlerin verdiği sözlere, ahde vefa ilkesi ışığında, bağlı kalınması gerektiğini savunan Laschet, hukuk devleti alanındaki gerileme nedeniyle Türkiye’nin AB üyelik sürecine son verilmesine de karşı çıkıyor.
Laschet, "Bu ancak Erdoğan’ı güçlendirir" diyerek Türkiye’de AKP’ye oy vermemiş milyonlarca insan olduğunu, üyelik sürecine son vermenin akılcı bir adım olmayacağını savunuyor. Geçen yıl Erdoğan’ın "Kapıyı açtık" sözleri üzerine Yunanistan sınırına yaşanan göçmen akınının yol açtığı kriz sırasında, "Şantaja boyun eğmemeliyiz" diyerek tepki gösteren Laschet, bununla birlikte Türkiye’ye ağırladığı Suriyeli mülteciler için daha fazla mali yardım yapılması gerektiğini savunuyor.
Friedrich Merz
2018’de, Annegret Kramp-Karrenbauer’in kazandığı CDU genel başkanlık yarışını az bir farkla kaybeden Friedrich Merz, ikinci kez parti liderliği için yarışacak. Merz, partideki muhafazakar ve sağcı kanadın lider adayı, Merkel’in da ezeli rakibi olarak nitelendiriliyor.
Son anketlere göre CDU seçmeninin yüzde 29’u Merz’den yana, diğer adaylara destek ise yüzde 25.
Destekçileri, Merkel’in politikaları nedeniyle CDU’nun oylarını sağ popülist Almanya için Alternatif (AfD) partisine kaptırdığını, Merz ile birlikte bu oyları geri alabileceğini iddia ediyor. Liberal kanat ise, Merz liderliğindeki CDU’nun yeniden sağa kayacağını, merkezdeki seçmeni Yeşiller partisine kaptırabileceğini, bunun sonucunda da Eylül ayındaki seçimleri kaybederek, Yeşiller, Sosyal Demokrat ve Sol Parti’nin bir koalisyon hükümeti kurmasının yolunun açılabileceğini savunuyorlar.
Avukat ve varlıklı bir iş insanı olan Merz’in Merkel ile 2000’li yılların başında başlayan güç mücadelesi, 2009’da partiden istifa etmesi ile sonuçlanmıştı. Merkel'in siyasetten ayrılma kararı ile yeniden siyaset sahnesine geri dönen Merz, partiyi "sola kaydırmakla" suçladığı Merkel’in özellikle göçmenler konusundaki tutumuna, "açık kapı" politikasına en ağır eleştirileri yönelten aday.
Açıklamalarında CDU’yu yeniden "geleneksel muhafazakarların" partisine dönüştürmek istediğini söyleyen Merz, "bunun insanların radikalleşerek kendini aşırı sağ ya da aşırı solda konumlandırmasını önleyecek tek yol olduğunu" idda ediyor.
Geçen yıl Türkiye ile AB arasında, sınıra göçmenlerin akın etmesiyle yeniden patlak veren sığınmacılar krizinde Merz, "Avrupa’ya gelmelerine izin verilmeyecekleri açık bir şekilde gösterilmelidir" açıklamasını yapmış, Erdoğan’ın "şantaj yapmasına" izin verilmemesi, "oynadığı kötü niyetli oyuna son vermesi için de ikna edilmesi gerektiğini" söylemişti. Bununla birlikte Merz, sığınmacılara ev sahipliği yaptığı için Türkiye’ye daha çok mali yardım yapılmasından yana tavır takınmıştı.
Türkiye'nin AB'ye tam üyelik perspektifinin bulunmadığını savunan muhafazakar siyasetçi, geçen haftalarda Funke Medya Grubu’na verdiği röportajda, "Türkiye gibi ülkelere tam üye olmadan AB iç pazarına katılım imkanı sağlayacak, genişletilmiş bir Avrupa ekonomik bölgesi" önerisini gündeme getirdi.
Norbert Röttgen
Eski federal çevre bakanlarından Norbert Röttgen, Federal Meclis’in Dışişleri Komisyonu’nun başkanı, partisinin de dış politika uzmanı.
Röttgen, 2012 yılında CDU’nun başbakan adayı olarak girdiği Kuzey Ren Vestfalya’daki eyalet seçimlerini kaybetmiş, bunun üzerine Merkel tarafından çevre bakanlığından da alınmıştı. Ancak Röttgen, siyaset hayatına devam etme kararı aldı, siyasetteki konumunu dış politikada ağırlığını artırarak güçlendirdi.
Norbert Röttgen, eşcinsellere de evliliğin yolunu açan yasanın oylaması sırasında karşı oy kullanmış olsa da Merkel’in izlediği modernleşme çizgisinin izlenmesi gerektiğini savunuyor, CDU’nun yenilikçi lider adayı olarak nitelendiriliyor. Kendisi ise "modern merkezi" temsil ettiğini kaydediyor.
Parti içindeki kadınların oranının artırılması gerektiğini savunan, dijitalleşme ve iklimin korunması önceliklerine vurgu yapan Röttgen, ABD ile daha yakın ilişkilerden yana, Rusya’ya karşı ise daha ihtiyatlı bir tutum sergilenmesi gerektiğini söylüyor.
Dış politika uzmanı Röttgen, Erdoğan Hükümeti’nin önce IŞİD’lileri ve daha sonra da göçmenleri Avrupa’ya gönderme tehditlerine en sert eleştirileri yönelten siyasetçilerden. Bununla birlikte açıklamalarında "stratejik" önemine vurgu yaptığı Türkiye ile ilişkilere önem verdiğini söylüyor.
Röttgen, Erdoğan liderliğindeki Türkiye’de demokrasi ve hukuk devleti alanında gerileme yaşandığını ancak bunun "bir gün" değişebileceğini söyleyerek, Türkiye’nin AB ile üyelik müzakerelerine son verilmesine de itiraz ediyor.
Röttgen, geçen sene Temmuz ayında ZDF kanalına "Türkiye ile üyelik müzakerelerinin başlatılmış olunmasının bir hata olduğuna inanmıyorum. Ayrıca şu anda bu müzakereler tamamıyla dondurulmuş durumda… Türkiye’de çok güçlü bir muhalefet de var. Erdoğan sonrası bir dönem de muhakkak gelecek. Muhalefetten pek çok kişi hapiste, peki, ya bir gün yeniden bir fırsat yakalarlarsa? O zaman ne olacak? Türkiye’nin üzerini çizmemeliyiz. Bu stratejik bir hata olur" değerlendirmesini aktarmıştı.
Basına yaptığı açıklamalarında, Türkiye’nin ekonomik açıdan Avrupa’ya bağımlı olduğunu "Türkiye bize muhtaç" sözleriyle ifade eden Röttgen, Türk siyasi liderliğinin de bunun bilincinde olduğunu vurgulayıp, Avrupa’nın da stratejik olarak "Suriye ve Libya’da tüm Avrupalıların toplamından daha çok nüfuzu olduğuna" dikkat çektiği Türkiye’ye ihtiyacı olduğunu kaydetmişti.
"Türkiye ile aklı selim bir şekilde baş etmek zorundayız" sözleriyle ilişkilerde izlenmesi gerektiğini savunduğu çizgiyi aktaran Röttgen, hukuk devleti, insan hakları ve basın özgürlüğü alanındaki gerilemeyi pek çok vesile ile eleştirerek, Türkiye’de demokrasi mücadelesi verenlerin desteklenmesi gerektiğini savunuyor.
Başbakan adayı belli değil
Üç adaydan hangisinin CDU lideri seçileceğini delegelerin cumartesi günü kullanacakları oylar belirleyecek.
Parti lideri seçilmiş olmak doğrudan başbakan adaylığını garantilemiyor. CDU parti liderliği için yarışan üç adayın dışında, başbakanlık adaylığı için hem Federal Sağlık Bakanı Jens Spahn’ın hem de CSU’lu Bavyera Başbakanı Markus Söder’in isimleri geçiyor.
CDU ve CSU, Eylül ayındaki seçimler için ortak bir başbakan adayı belirleyecek. CDU liderlik seçimi sonrasında Alman siyaset sahnesi yeniden yoğun bir siyasi mücadele sürecine sahne olacak.
Değer Akal
© Deutsche Welle Türkçe