Almanya'nın cumhurbaşkanları...
23 Mayıs 2004Nasyonalsosyalist rejim ve İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı enkazın arasında kurulan Federal Almanya Cumhuriyeti’ni temsilen bugüne dek sekiz Cumhurbaşkanı görev yaptı. Hepsi farklı kişisel özellikleriyle devletin zirvesine damgasını vurdu. Aralarındaki tüm farklılıklara rağmen ortak noktaları ise, temsil ettikleri devlet ve halka yeni bir itibar kazandırma, yeni Almanya imajının yayılmasına katkıda bulunma çabasıydı.
"Cumbaba": Theodor Heuss
Nazi dönemi ve İkinci Dünya Savaşı felaketinin ardından Theodor Heuss 1949 yılında Federal Almanya Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı oldu. Tüm kişiliğini ortaya koyarak ‘diğer Almanya’yı temsil etti. Kendisiyle özdeşleşen purosu, ölçülü ve ılımlı kişiliğiyle ‘Heuss Baba’ olarak tanınan liberal politikacı, genç Federal Almanya Cumhuriyeti’nin kendine güvenini yeniden geliştirebilmesini sağlayacak doğru isimdi. 1959 yılına kadar yürüttüğü Cumhurbaşkanlığı görevini sadece sembolik bir görev olarak algılamayıp, siyasi açıdan da önem vermesi sadece halefi Heinrich Lübke değil, ardından gelen tüm Cumhurbaşkanları için de yol gösterici oldu.
Lübke istifa yolunu seçti
1959-1969 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı yapan Heinrich Lübke, Konrad Adenauer’in kabinesinde Tarım Bakanı idi. Cumhurbaşkanlığı süresinde de kalkınma yardımları konusuna yoğunlaştı. İkinci görev dönemi sırasında ortaya çıkan karalama kampanyası ülkede büyük çalkantı yarattı. Hristiyan Demokrat Lübke’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında silah sanayiine bağlı çalıştırma kamplarına baraka inşa eden bir şirketin sorumlularından olduğu söylendi. Lübke bu suçlamayı çürüttü gerçi, ancak adı lekelenmişti. Ağır hasta olan Lübke, ikinci görev döneminin sonlarına doğru, 1969 yılında istifa etti. Çoğu kişinin gözünde hafife alınan bir Cumhurbaşkanı olarak kaldı.
Heinemann, devleti değil karısını sevdi
Lübke’nin halefi Gustav Heinemann sıkı bir pasifistti. Bir keresinde inatla ‘Ben devleti değil, karımı seviyorum’’ demesiyle tanınır. Ağırbaşlı, sempatik Cumhurbaşkanı makamını herşeyden önce vatandaşlarla diyalog için demokratik bir merci olarak görüyordu.
‘’İyi anayasalar vardır, kötü anayasalar vardır. Önemli olan bir anayasanın vatandaşların bilincine ne kadar işleyebildiğidir. Anayasa kağıttaki metin olarak kalmadı, getirdiği değerler ve devlet düzeni düşüncemize yerleşti. Bu, halkımızın büyük çoğunluğunun onayını alan ilk Alman Anayasası’dır.’’
Şarkı söyleyen cumhurbaşkanı: Scheel
Zorlu bir kişiliğe sahip olan Heinemann’ın ardından dördüncü Cumhurbaşkanı olarak 1974 yılında göreve gelen Walter Scheel konvansiyonlara sadık kaldı, makamının onurunu ve temsilini vurguladı. Cumhurbaşkanlığı makamına söylemi ile parlaklık kattı, şarkı söyleyen Cumhurbaşkanı olarak akıllarda kaldı.
1979 yılında görevi sona erdiğinde o zamana kadar en çok sevilen, en sempatik cumhurbaşkanı olarak görülmesinin nedeni belki de onun bu kaygısızlığı idi. 1977 yılında Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun saldırı ve adam kaçırma serisinin ardından yaşanan iç siyasetteki gergin ortama rağmen, belki de tam da bu yüzden.
Carsten çekingendi
Ardından göreve gelen Karl Carsten, devlet adamı kişiliği ile öne çıktı. Anayasa hukukçusu, Hristiyan Demokrat bir muhafazakar olarak tanındı. 1984 yılına kadar süren dört yıllık görev süresinde görev bilinci, üretim isteği gibi toplumsal normları yerleştirmeye çalıştı. Çekingen kişiliğine rağmen gençler ile diyaloğun yollarını aradı sürekli. Almanya çapında çıktığı gezilerle de tanındı.
Hristiyan Demokrat Richard von Weizsaecker daha yemin töreninde yaptığı ilk konuşmada tüm Alman halkına hizmet edeceğini söylüyordu. Von Weizsaecker’in, o zamanlar ikiye bölünmüş Almanya’daki duruma barışçı yollardan nüfuz etme girişimi, İkinci Dünya Savaşı’nın sona erişinin 40’ıncı yıl kutlamalarında 8 Mayıs 1985’teki konuşmasında da açıkça görülüyordu:
Birleşme ve Weizsaecker
‘’Biz Almanlar bir halkız, bir milletiz. Barış isteğimizde biribirimize sıkı bağlarla bağlıyız. Her iki devletteki Alman topraklarından diğer tüm ülkelere barış ve iyi komşuluk ilişkileri çıkmalıdır. Almanya’daki insanlar hep birlikte kendileri ve tüm halklar için barış, adalet ve insan haklarını istemektedir...’’
Hiçkimsenin umut etmeye bile cesaret edemediği Almanya’nın yeniden birleşmesi, Weizsaecker’in Cumhurbaşkanlığı döneminde gerçekleşti. Parti devletinin mutlak kudreti fikrine karşı mücadelesiyle tanınan Weizsaecker, yeniden birleşmenin Cumhurbaşkanı olarak akıllarda kalacak.
Yenilikçi Herzog
Weizsaecker’in yerini eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Roman Herzog aldı. Yedinci Cumhurbaşkanı 1994-1999 yılları arasındaki görev süresinde siyaset ve toplumda yenilikçiliği öne çıkardı. Almanlar’ın toplumsal, siyasi ve ekonomik gelecekleri ile ilgili ürkekliği konusunda bugüne kadar süren tartışmaları başlatan konuşmasıyla akıllarda kaldı.
Cumhurbaşkanı Roman Herzog, Berlin Adlon Oteli’nde 1999 yılında yaptığı konuşmada Almanlar’ın bir itici güçle harekete geçmesi gerektiğini söylüyor, kendilerine güvendikleri takdirde herşeyin üstesinden gelebileceklerini vurguluyordu.
Uzlaşmacı çizgi
Sekizinci ve son Cumhurbaşkanı Johannes Rau ise bu makam için gerçekten çabaladı. 1994 yılında Cumhurbaşkanlığı’na adaylığını koyan ancak Roman Herzog karşısında başarılı olamayan Sosyaldemokrat politikacı beş yıl sonra büyük çoğunlukla Cumhurbaşkanlığı’na seçiliyordu. Dinine sıkı sıkıya bağlılığıyla tanınan Rau, daha yemin töreninde yaptığı konuşmada siyasi çizgisini net bir şekilde ortaya koyuyordu: İzolasyon yerine entegrasyon, ayırıp bölmek yerine uzlaştırmak.
‘’Tüm sınırları ve farklılıkları aşarak tüm Almanlar’ın Cumhurbaşkanı olmak benim için sadece doğal bir görev değil, kişisel bir yükümlülüktür de. Ve Alman pasaportuna sahip olmayan ama aramızda yaşayan ve çalışan tüm insanların muhatap alabilecekleri biri olmak.’’
Rau dönemi
Kuzey-Ren Vestfalya eyaletinin eski Başbakanı olan Rau, siyasi açıdan örnek aldığı Gustav Heinemann’ın etik ve ahlaki çizgisini izledi. Almanya içinde ve dışında siyasi konulara cesur ve duyarlı yaklaşımıyla tüm siyasi çevrelerin saygısını kazandı.
Johannes Rau makamının gücünün sözlerde yattığına inanıyordu. Cumhurbaşkanı’nın siyasi gücünün sınırları anayasa ile belirli. Buna rağmen, belki de bu nedenle Cumhurbaşkanı önemli bir nüfuza sahip. Dördüncü Cumhurbaşkanı Walter Scheel, zamanında DW’ye verdiği bir demeçte şöyle diyordu: "Cumhurbaşkanı nüfuz sahibidir. Ve siyasi güce sahip olmaması nedeniyle bu nüfuz Başbakanınkinden bile büyük olabilir."