Afrin yorumu: Devletler hukukuyla çelişiyor
23 Mart 2018Deutsche Welle: Sayın Kau, Türkiye'nin Afrin operasyonu devletler hukukuna aykırı mı?
Marcel Kau: Devletler hukukuna bağlı kalınıp kalınmadığına dair büyük endişeler var. İnsani devletler hukukunun bugünkü düzenlemeleri savaşanlarla savaşmayanlar arasında, yani askerlerle sivil halk arasında ciddi bir ayırım gözetilmesine dayanıyor. Bu bağlamda kentlerin kuşatılması ve ele geçirilmesi bu prensip ile çelişen bir uygulama.
Deutsche Welle: Fakat Türkiye, YPG içinde PKK unsurlarının bulunduğunu savunuyor ve Afrin operasyonunu "terörle mücadele" ile gerekçelendiriyor...
Kau: Devletler hukuku sınır ötesi operasyonlarda, bu tür silahlı ihtilaflarda çok çekimser bir tutuma sahip. Temelde 1945 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Şartı'ndan bu yana şiddet kullanma yasağı bulunuyor. Bunun tek istisnası Türkiye'nin de operasyona dayanak gösterdiği meşru müdafaa hakkı. Suriye'nin kuzeyindeki Kürtlerle Türkiye'nin doğusundaki Kürtler arasında işbirliği olabilir, bu çok yüksek bir ihtimal. Ancak akla gelen ilk soru bunun Türkiye'nin Suriye müdahalesine meşru zemin kazandırıp kazandırmadığı. İkinci mesele ise şu: Suriye iç savaştan ötürü zaten bu dönemde devlet egemenliği ve devlet erkinin işlemesi konusunda sorunlar yaşıyor. Böyle bir durumda devletler hukuku, sınır komşusu güçlerin bu geçici zayıflığından faydalanmamasını, yani o ülkeye herhangi bir askeri müdahalede bulunmamasını öngörüyor.
Deutsche Welle: Türk birliklerin Suriye'de kalma süresi bir fark yaratıyor mu? Alman Dışişleri Bakanı Heiko Maas ancak kalıcı bir askeri operasyon olduğunda devletler hukukunun ihlal edilmiş olacağı görüşünde...
Kau: Birliklerin Suriye'de kalma süresi, operasyonun motivasyonuna ilişkin ipuçları veriyor. Şayet bütün bu olanlar "meşru müdafaa" hakkı doğrultusunda, Suriye'deki Kürtlerde Türkiye'nin doğusundaki Kürtler arasındaki bağlantıları çökertmek amacını taşıyorsa, o zaman kısa bir "polis operasyonu" da yeterli olurdu. Ancak Türk askeri Suriye'de ne kadar uzun süre kalırsa, operasyonun gerekçesinin "meşru müdafaa" olduğu konusundaki tereddütler de o denli artar.
Deutsche Welle: Sosyal Demokrat Parti (SPD) Meclis Grup Başkanı Andrea Nahles, tavrını açıkça ortaya koydu ve Türkiye'nin operasyonunun "devletler hukukuna aykırı" olduğunu söyledi. Nahles aynı zamanda federal hükümetten de bu doğrultuda adımların atılmasını istedi. Bu adımlar neler olabilir?
Kau: Federal hükümet Türkiye ile ikili diyaloğa geçebilir ve müzakere başlatabilir. Fakat Almanya-Türkiye ilişkileri oldukça karmaşık ve son yıllarda da giderek daha sorunlu hale geldi. Dolayısıyla diyalog yoluyla bir sonuca varılıp varılamayacağı şüpheli. Almanya, bu konuyu NATO’nun gündemine taşıyabilir, nihayetinde iki ülke de NATO üyesi. NATO bir savunma ittifakı, en azından konu orada açıklığa kavuşturulabilir. Fakat böyle bir toplantıdan da fazla sonuç çıkacağını sanmıyorum. Bunlar dışında geriye kalan tek seçenek Birleşmiş Milletler (BM). BM'nin bu tür konulardan sorumlu organı Güvenlik Konseyi. Almanya şu anda Güvenlik Konseyi'nin üyesi değil, o nedenle kendisi bir girişimde bulunamaz. Dolayısıyla Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyine yönelik askeri müdahalesini BM gündemine getirmek Fransa gibi Avrupalı partnerlere veya ABD'ye düşüyor. Ancak Rusya, Türkiye'yi BM Güvenlik Konseyi'nin olası kararlarından koruduğu sürece, orada da fazla sonuç elde edilemez.
Deutsche Welle: Yani Rusya BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleri arasında olduğu ve veto hakkını kullanacağı için Türkiye'ye yönelik hiçbir yaptırım kararı çıkamaz, öyle mi?
Kau: BM Güvenlik Konseyi'nin diğer üyeleri böyle bir girişimde bulunabilir, Güvenlik Konseyi bünyesinde bu konu ele alınabilir. Ancak Rusya'nın Suriye konusunda hem Esad rejimi hem de Türkiye açısından elindeki imkanlardan hemen vazgeçebileceği kanısında değilim. Türkiye ile bir anlaşmaya varılmadan önce Rusya ile bir uzlaşma sağlamak gerekir.
Deutsche Welle: Türkiye Afrin operasyonunda Alman yapımı tanklar kullandı. Devletler hukukuna bağlılık çağrısı yapan federal hükümetin nasıl hareket etmesi gerekir sizce?
Kau: Bu tanklar Alman tankları değil, kuvvetle muhtemel büyük bir kısmı Almanya'da üretilmiş olan tanklar. Ancak nihayetinde bu tanklar Türk tankı. Tankların hangi ülkede üretildiği sınıflandırma açısından bir rol oynamıyor. Diğer bir sorun ise Almanya'da sıkça gözden kaçırılıyor: Türkiye de Almanya da NATO üyesi. NATO anlaşmasına göre, NATO üyesi ülkeler askeri savunma gibi konularda birbirini desteklemekle yükümlü. Bu, Türkiye'nin diğer NATO ülkelerinden silah alabileceği anlamına gelmiyor. Ancak Türkiye'nin Almanya'dan tank ve askeri malzeme tedarik etmiş olması devletler hukukuna uygun. Tabii ki "Bu devletler hukuku açısından sorunlu bir operasyon, o nedenle silah ihracatı kısıtlanmalı" denebilir. Türkiye'nin silah ihracatı için yaptığı son başvurular reddedildi. Bu koşullar altında hükümetin zaten bu şekilde davranması gerekir, hükümet de mevcut yönergeler doğrultusunda hareket ediyor. Ancak NATO üyeleri arasında savunma alanındaki işbirliği yapılması NATO anlaşmasında öngörüldüğünü unutmamak gerekiyor.
Söyleşi: Oliver Pieper
© Deutsche Welle Türkçe
Prof. Marcel Kau Konstanz Üniveristesi'nde kamu hukuku, Avrupa hukuku ve devletler hukuku kürsüsünün sahibi.