06.02.2009 - Alman basınından özetler
6 Şubat 2009Papa 16'ıncı Benedikt'in Yahudi soykırımını inkâr eden İngiliz piskopoz Richard Willamson ve Aziz Pius Kardeşliği üyeleri hakkındaki aforoz kararını kaldırıp onları tekrar Katolik Kilisesi'ne kabul etmesiyle başlayan tartışmalar sürüyor. Kimileri bunun Vatikan'ın bir iç meselesi olduğunu ve dışardan pek fazla karışılmasının doğru olmadığını savunurken, kimileri de Papa'nın son icraatlarının Katolikler arasında bölünmelere kadar varacak vahim sonuçları olabileceği görüşünde. Konuyu yorum sütununa taşıyan Mannheimer Morgen, şu değerlendirmeyi yapıyor:
"Katolik Kilisesi, gerek toplumsal gerekse politik konularda genel yargılar ileri sürmek ya da somut kararlar almak suretiyle, pek çok konuya kendisinin de müdahil olduğunu hatırlamalı.Vatikan'da da şubesi bulunan bir kozmetik ve parfümeri zincirinin prezervatif satmasını yasaklıyor, kadınları hemen hemen tüm kilise görevlerinden tecrit ediyor, hamile kadınlara sorunlu durumlarda piskoposların danışmanlık yapmasına ket vuruyor, eşcinselleri 'ahlaksız' olarak tanımlıyor ve kürtaj yaptıran kadınların tümüne 'suçlu' muamelesi yapıyor. Gerek uygulamalar gerekse bunların sonuçları hayli ağır. Ne de olsa Katolik Kilisesi'nin çok sayıda taraftarı var. Şimdilik!"
Üç hafta önce Almanya'nın Paderborn kentinde önce cinsel istismara uğrayan ve ardından öldürülen sekiz yaşındaki Türk kızı Kardelen'in katil zanlısı olarak tüm şüpheler, komşu apartmanda oturan 29 yaşındaki bir Türk'ün üzerinde yoğunlaşmış durumda. Ali K.'nın cinayetten bir gün sonra eşiyle birlikte Köln/Bonn Havaalanı'ndan İzmir'e uçtuğu, oradan da memleketi Aydın'a geçmiş olabileceği tahmin ediliyor. Düsseldorf merkezli Westdeutsche Zeitung, zanlının yakalanması halinde hangi ülkede yargılanması gerektiği sorusuna yanıt arıyor:
"Türk makamları, Kardelen'nin katil zanlısını yakaladıkları takdirde, Almanya'ya iade etmek istemiyor. Peki bu mümkün mü? Zira fiil, Almanya topraklarında işlendi ve yargılamanın da yine Alman yasalarına göre Alman mahkemeleri tarafından yapılması gerekmiyor mu? İlk bakışta bu haklı bir gerekçe olabilir belki. Ama tam tersi bir durumda biz de aynen Türkiye'nin tavrını takınırdık herhalde. Farzedelim ki bir Alman Türkiye'de cinayetle suçlanıyor. Nihayetinde bir şekilde Almanya'ya kaçmayı başarıyor. Türkiye'nin, zanlının iadesini istemesi durumunda bunu reddeder ve Alman Anayasası'nın 16'ncı maddesini gerekçe gösterirdik: Hiçbir Alman vatandaşı, yabancı bir ülkeye teslim edilemez."
2009'un ilk günlerinde Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan ve bazı Avrupa ülkelerini -tabiri caizse- günlerce ayazda bırakan doğal gaz krizinin ardından alternatif enerji kaynakları üzerine başlayan hararetli tartışmalar sürüyor. Baltık boru hattı ya da Nabucco gibi seçeneklerin yanısıra yeniden nükleer enerjiye dönülmesi de tartışılan seçenekler arasında. Bielefeld'de çıkan Neue Westfälische gazetesi, konuyla ilgili şu yorumu yapıyor:
"Almanya'da nükleer enerjinin geleceği konusu, yasa dönemleri ya da politikacıların inisiyatifine bırakılamayacak kadar hayati öneme sahiptir. Nükleer enerjiye yeniden dönülmesi ciddi ciddi düşünülüyorsa, halkın devre dışı bırakılmaması gerekiyor. Bu bir referandum konusudur."
Son olarak, dün akşam açılışı yapılan Uluslararası Berlin Film Festivali Berlinale'yle ilgili bir yorum aktarıyoruz. Rheinische Post, sinemanın toplumsal sorumluluğu üzerinde duruyor:
"Berlin'de şu sıralar kültür adına iyi şeyler oluyor. Hatta biraz daha coşkulu bir şekilde ifade etmemiz gerekirse: Sanatın, toplumsal meselelere eleştirel bir gözle bakma aşkı depreşti! Açılşta gösterilen 'The International' gerçekten de içinde bulunduğumuz zamana çok uygun. Küreselleşmenin sonuçları sinemada da görülmeye başlandı. Filmciler, diğer sanatkârlara göre güncel gelişmelere daha hızlı tepki verebiliyorlar. 2008 yılında film endüstrisi rekor sayıda sinema ziyaretçisi kaydetti. Sinema, öncü bir konuma geldi. Berlinale de gösteriyor ki: Sinema sektörü sorumluluğunun bilincinde."